6 Şubat’ın Üzerinden İki Yıl Geçerken Konut Hakkı

6 ve 20 Şubat Depremlerinin üzerinden 2 yıl geçti. 11 ilimizde meydana gelen büyük yıkımın etkileri hâlâ sürüyor. Bu etkilerin bir odağını da konut hakkına erişim oluşturuyor. Hem depremlerin afete dönüşmesini engelleyen bir etken hem de afet sonrası iyileşmenin zemini olarak yaşamaya elverişli konut hakkının üzerinde önemle durulması gerekiyor.

6 Şubat’tan bu yana konut hakkına erişim bağlamında neler yaşandı?

  • Yer seçim kriterlerine uygun biçimde oluşturulmayan ve nitelikli yaşam alanı sunmayan konteyner kentler

Yakınına moloz döküm sahası kurulması gibi uygulamalar ve oluşan seller sebebiyle halk sağlığı sorunları oluşturdu.

Sakinlerine başını sokacak bir çatı sunmanın ötesine geçemedi, ihtiyaçları karşılayamadı. 

Hak sahipliğinin mülkiyet odağında dağıtılması dezavantajlı grupları güvencesizleştirdi, hak sahipliği kazananlar ise muğlak süreçlerle yerinden edilme baskısı altında kaldı.

  • Deprem bölgelerinden diğer illere yaşanan göçlerle kiralık konut krizi yaşandı. Ödenebilir konutlara erişmekte güçlük yaşayan depremzedeler toplumsal dışlanmayla ve ekonomik zorluklarla baş başa kaldı.
  • Deprem bölgesindeki şehirlerin yeniden yapılanma süreçlerinde şeffaflık ve katılım hedeflenmedi. Konutlarıyla birlikte konut çevresindeki yaşamı da yitiren topluluklar için kent çeperlerine itilmiş toplu konutların yeterli bir çözüm olacağı varsayıldı.
  • Antakya gibi tarihi kent merkezlerinin kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi afetin travmasını atlatamamış yerel halk üzerinde baskı oluşturdu. Kentsel dönüşüm süreçlerinin şeffaf ve katılımcı biçimde yürütülmemesi, bu toplulukların ikinci bir kayıp ve travma yaşamalarına yol açarak sağlık ve iyilik hâllerini zedeledi. 

Neler yapılması gerekiyor?

BM’nin çerçevesini çizdiği “yaşamaya elverişli konut hakkı” Türkiye’de temel insan hakkı olarak tanımlanmalı ve bu hakkın gerçekleştirilmesi için iç hukuk düzenlenmelidir.

Konut alanlarının planlanması, merkeziyetçi bir anlayışla değil yerel halkın dahil olabileceği ve bilgi alabileceği şeffaf ve katılımcı mekanizmalarla gerçekleştirilmelidir.

Sosyal konut yaklaşımı, sadece mülkiyet edindirmeyi değil ortak mülkiyet veya kiralama gibi konutun kullanım hakkını odağa alan, farklı toplumsal grupları da kapsayacak sürdürülebilir ve yenilikçi modelleri sunmayı hedeflemelidir. 

Konut alanlarının planlanmasında kent-kır yaşam dengesi gözetilmeli, ekolojik ve dirençli bir yaklaşım benimsenmelidir. Bu doğrultuda oluşturulacak standartların kamusal denetimi düzenli ve şeffaf olmalıdır.

Afetler sonrasında inşa edilen konteyner kentler, geçici süreli yaşam alanları olsa bile, yaşamaya elverişli konut hakkı standartlarını karşılamalıdır.

Afete dirençli kentlerin aracı olarak görülen kentsel dönüşüm süreçleri yık-yap pratiğiyle değil iyilik hâlini gözeten, adil ve kapsayıcı bir yaklaşımla yürütülmelidir.